5 Mart 2010

Erozyonvizyon


Avrupa Yayın Birliği, Eurovision'u başlangıçta (1956) ülke televizyonları arasında ortak canlı yayın yapabilme kabiliyetini arttırmak amacıyla düzenlemiş. Şimdiyse anlamsız bir reklam ve rekabet arenasına dönüştü. Sertab’la birinci olduğumuz Eurovision yarışması sayesinde bir sonraki yıl Türkiye’nin reklamını yapma imkanı bulduk. Diğer yıllarda kuru gürültüden başka elimize ne geçti? Kendi kendimize şarkımız şöyle, şansı böyle, şarkımız aşağı, şarkımız yukarı diyerek boş zaman aktivitesi yarattık. Hâlâ da öyle. Eurovision, katılan ülkenin şarkısından başka her şeyin ön planda olduğu müzikten uzak bir yarışma. Ülkelerin komşuluk ilişkileri, şarkının görsel sunumu gibi detaylar müzikten her zaman daha önemli.

Kendi müzik piyasamızda yer edinememiş, edinemeyecek, dinlemediğimiz ne kadar şarkı tipi varsa bizimmiş gibi sahiplenip arkasında duruyoruz. İstisnai birkaç şarkı dışında hiçbir Eurovision şarkımız öyle ahım şahım bir şey değildi. Radyoda rastlasak tenezzül edip dinlemeyeceğimiz türden çoğu. Doğu Avrupa'da toprak sahibiyiz ama Avrupalı olup olmadığımız ortada. Eurovision’da derece almak da nitelikli bir başarının göstergesi değil. Öyleyse bu neyi ispatlama çabası?
Avrupalı bizi şakşaklayacak diye vermediğimiz taviz kalmıyor. TRT ve Eurovision sayesinde bu yıl Manga’nın da kendini ve tarzını nasıl alaşağı ettiğini görüyoruz. Mtv’nin Avrupa’nın en iyi sanatçısı ödülünü verdiği Manga, Eurovision’da göreceğimiz Manga değil. Daha ne kadar maymun edeceğiz müziğimizi bu yarışmada tutunmak adına? Ya da Eurovision derecelerimizin toplamının boş küme olduğunu bir gün anlayacak mıyız bilmiyorum. Kanaatimce oylamanın bir tür sms ile yardım toplama mekanizması olarak işlemesi ve elde edilen gelirle her yıl belirlenen fakir bir ülkeye yardım yapılması yarışmayı Avrupa'nın dışına, insani bir boyuta taşıyıp daha anlamlı kılabilir.

Hiç yorum yok: