5 Aralık 2010

Peynir Deyin, Çekiyorum!

Geçtiğimiz günlerde bir olaya tanık oldum. Kalabalık bir caddede, bir muhabir ve bir kameraman yoldan geçmekte olan bir vatandaşı çevirmiş, haberlerden aşina olduğumuz şekilde, ona bazı sorular yöneltiyordu. Mikrofon uzatılan vatandaş da gelir düzeyi ve eğitim seviyesinin düşük olduğu her halinden belli olan bir genç. Bunu anlamak için âlim olmaya gerek yok. Muhabirin elinde bir kağıt var. Soracağı sorular ve cevapları yazılı orda. Türkiye gibi az kitap okunan ve genel kültür düzeyinin düşük olduğu bir ülkenin sıradan bir vatandaşının öyle pat diye cevaplayabileceği türden olmayan sorular hepsi. Muhabir bile bilmiyor ki kağıda yazmış!

Hikâyenin devamı tanıdık tabii. Muhabir soruyor, vatandaş bilmeye çalışıyor, ansızın uzatılmış mikrofonun ve kendisine yönelmiş kameranın heyecanıyla “Bilmiyorum.” diyemiyor ve bir şeyler sallıyor. Haliyle doğru cevabı bilemiyor. Bilemeyeceğini muhabir zaten biliyor. Komik oluyor tabii! Sorulan o kelime ya da şey her neyse, herkes bilmek zorunda ya! Belki de röportajın sonunda vatandaşa sorunun doğru cevabı söylenmiyor bile. Belli ki amaç haber bültenin sonuna doğru yayınlanacak “bir eğlence malzemesi” yakalamak ve bunu hafiften gündemin ucuyla kıyısıyla alâkalı bir konu üzerinden yapmak. Vatandaşın o saçma röportaj yoluyla aşağılanıyor olması mühim değil! Bu haberde asıl yapılan, cehaleti, cahil olmayan kitlede nefret yaratarak vurgulamak. Televizyonun karşısındaki pek çok insan da tıpkı o vatandaş gibi sorunun cevabını bilmedikleri halde eğleniyor o cahilliğin komik duruma düşürülüyor oluşundan. Sorunun cevabını bilenler de eğleniyor. “Bunu bilemeyecek ne vardı ki!” diye düşünerek kendini o cahil kitleden sıyrılmış hissedip rahatlıyor. Sonra herkes öğreniyor sorunun cevabını, sanki o haberden sonra herkesin aklına kazınıyor o bilgi. Evet? Hayır? Belki!
Bu tip haberleri yaptıran ve haber bültenlerine sokan medya kuruluşları, haber bültenleri dışındaki yayın saatlerinde halka ne veriyor peki? Sabahtan akşama kadar çizgi film, magazin, dizi tekrarları, yemek – dikiş – nakış tarifi verilen ve sorun danışılabilinen uzman doktorların konuk olduğu kâh oynak kâh ağlak kadın programları, yarışmalar ve de her biri ötekinden beter evlilik programları! Ana haber bültenine kadar seyircinin televizyondan alabildiği sadece seyirlik, eğlencelik, oyalanmalık şeyler... Televizyon izleme süresinin hayli yüksek olduğu ülkemizde, televizyonu bilgiyi ve kültürü arttırma amaçlı kullanan kaç medya kuruluşu var? Üç? İki? Bir? Ana haber bültenlerinin sonrası malum. Dizi – reklam – dizi – reklam – film – reklam – talk show – reklam – magazin – reklam!
Halkın haberler dışında aldığı nefret içerikli yayınlar yetmiyor gibi bir de haberlerde aşağılanıyor halk. Nefret etmeyi öğrenmekle kalmayıp, nefret edilmeye de maruz kalıyor. Medyanın dünyanın haberi yok mu ki sokaktan geçen vatandaşı tutup kendisinin bile cevabını bilemeyeceği sorular soruyor? Ülkedeki eğitim sisteminden, vatandaşın kültür – gelir – eğitim seviyesinden haberi yok mu? Medyanın ne kadar ahlaklı olduğunu, yayın anlayışlarını ve kalitesini kendileri bilmiyor mu? Elbette biliyor. Ama her kuruluş işine geleni yapıyor. Medyanın en çok işine gelen şey de para olunca... Halkın payına saçma sapan şeyler izleyip ülke gündeminden bîhaber olmak, tüketim ve nefret toplumu olmak, cahilliğini pekiştirmek, bir de üstüne aşağılanıp bunu bile anlayamadıkları bir farkındasızlığın dibine vurmak düşüyor... Hem de tebessüm ederek!

Hiç yorum yok: